20 Şubat 2015 Cuma

Boşgezen - 1.Bölüm

Boş boş yürüyordum yine sokaklarda. Hiç bilmediğim sokaklardı bunlar. Canım sıkıldığında böyle yapardım eskiden, hiç bilmediğim sokakları gezerdim. İnsan yaşadığı şehri tanımalı çünkü. Bir şeyler de keşfedebiliyorsunuz bu yürüyüşlerde. İşte ben Hüseyin’i böyle bir günde tanıdım.

En işlek caddeye gelmiş, hiç bilmediğim bir otobüse binmiş, hiç bilmediğim bir durakta inmiştim. Karşıdan gelen çocuklu bir bayan gördüm. Kadın Harley Davidson çizme giyiyordu. Bu çizmeleri bir annenin ayağında görmek aklıma hiç gelmezdi. Kendi annemi düşündüm biraz. Sonra “Ah garip anam” diye bir iç çektim içimden.  Karlıydı hava. Harley Davidson’lı kadının kendinden büyük montuyla bana bakıp güldü. Seneye de giyer diye alınmış gibi duran bir monttu bu. Annesi Harley Davidson çizme giyerken oğluna seneye giyer diye mont almıştı. Bunları düşünürken kafama bir kartopu yedim. Kadın benden özür dilemeye başladı. “Lütfen kusura bakmayın, nolur” Çocuğa hiçbir şey söylemedi. Sadece benden özür diledi. Çocuğa neden bir tepki vermedi ki? Suçlu olana ses etmeyip mağdura yalvarmak toplumumuzun bir parçası aslında biraz… Çocuklar dövülmeli. Lazım olunca, dozunu kaçırmadan. Çocuğun yaptığı şey yani kartopu, fazla mühim bir problem değil tabii ki ama keşke çocuğa yalandan da olsa bir tepki verseydi be… Geleceğin katilleri böyle doğuyor ama işte. Her özgürlüğe sahip olduğunu düşünen erkek çocuklarıyla. Çocuklar gerektiğinde, dozunda dövülmeli. Dozu kaçırırsanız yine bir katil yaratma şansınız var elbet. Her şey dozunda olmalı. Hayatın her alanında. “Önemli değil.” Diyerek yoluma devam ettim.


Birkaç saat sonra bir yere oturup bir şeyler atıştırmaya karar verdim. Küçük bir dükkan buldum. Küçük, ağacın içine oyulmuş gibi bir dükkandı. Ahşap yapının tepesinden başlayıp etrafına yayılmış sarmaşıklar böyle bir his uyandırıyordu çünkü. İçeri ilk adım atışımda gördüm Hüseyin’i köşede bir iskemlede oturmuş çay içiyordu.