21 Aralık 2014 Pazar

Depresif Honolulu Sütlaç Metal

DEPRESİF HONOLULU SÜTLAÇ METAL
Part 1 of 2 (Yayın: 21 Aralık 2014)

Smoke on the Water'ın girişini çalabiliyordum. Gitarın dört tane notasında parmaklarım akarken kızların beni etkileyici bulmasını ummuştum. Onun yerine hemcinslerim yanağımı sıkmayı seçti. Gerçi benim kafam oldukça rahat, gösterişçiler olarak gerçekten samimi olan birine göre kız arkadaş bulmamız daha kolay. Sanırım elimizde tutmamız ise daha zor. Neyse, zaten olay kız arkadaşım var diyebilmek olduğu için gitarımla yardırmaya devam ediyordum. Şimdi de Stairway to Heaven'in girişini çalmaya başlamıştım. Led Zeppelin'i şöyle açıp dinlemedim hiç, Deep Purple'dan aptalca espriler yapacak kadar da ergenim. Biri var, sürekli kızıyor bana. Gösterişçi olduğumu iddia ediyor. Devamını çalamadığım için bıraktım gitarı. Asi olduğum için ders notlarım birlerle doluydu. İleride rastgele bir üniversitenin rastgele bir bölümünde okuyup oraya gerçekten girmek isteyen kişiyi yarım puanla elerken fazladan birkaç bira içecektim sadece. Hiçbir zaman başarılı bir müzisyen olamayacaktım, bateri dersim 4/4 ritim çalabilmemle birlikte yarım bırakılmış heveslerden biri haline gelecekti. 
Arkadaş ortamlarım da var tabii. Olmadığım biri gibi davranıyorum. Ortamda samimiyetini asla esirgemeyen arkadaşlarım da oluyordu -görev olarak gördüğüm ortam geliştirme eyleminin bir parçası olan herhangi birileri onlar- ve onları üzüp onlara üstün gelebilmek amacıyla yaşamadığımız anılar uyduruyorduk. Amacımıza ulaşıyorduk.
Böyle bir hayatın bana göre olmadığını anladığım günü anlatayım sizlere.
Evde ailem olmadığı bir gecede buzdolabını açtım, çok acıkmıştım. Buzdolabında fırın sütlaç vardı. Dayanamayıp yemeye başladım, dibine kadar sıyırdım, tamamen yedim. Geğirmeyi de unutmadım, ritmik ve notalı bir geğirmeydi. "Ha?" dedim. "Ne oluyor amına koyayım?" Kıçım açık yattım o gece. Rüyamda kızıl sakallı İsveçli dede gördüm. "Yeğen." dedi bana. "Yedi gün. Yedi gün boyunca Honolulu'da kalacaksın. Eğer evine bundan önce dönersen Major Sharp C'kerim." sözleriyle devam etti. Kızıl sakallı İsveçli dede kuvvetli bir ıslık çaldı, iki elinin başparmağını akbil şeklinde tutup ağzına sokarak var gücüyle üfledi. Islık sesi rüyanın hiçliğine ve o an nedense rüyamda kulağımı karıştırdığım çubuğa doğru yayıldı. Simsiyah bir köpek dedenin yanına geldi. "Bu köpek senin yol arkadaşın olacak. Kendisi Black Metal hayranı."
Kızıl sakallı dede tıraş bıçağı çıkartarak kendisini tıraş etmeye başladığı sırada uyanıverdim. Yanaklarıma bir yanma hissi yayıldı. "İnsan tıraş köpüğü kullanır, dedem benim." diye düşünmüştüm. "Anne ben çıkıyorum." dedim. Şarkı söyler gibi söylemiştim sanki. O anda bir şüpheye düştüm. "Göt." dedim. Olmadı. "Gööö-ööö-öö-ööt." diye söylendim. Gerçekten de ne dersem diyeyim şarkı olarak çıkıyordu ağzımdan sözler. Bunun hoş olup olmadığını anlamadım. Sesimin kötü olduğunu düşünürdüm. Kulaklıklarımı takıp Metallica'dan Master of Puppets dinledim. Tüm albümler telefona yüklüydü ama ben en çok bilinen şarkıları dinleyip gerisini boşveriyordum.Şarkıyı bağıra bağıra söylerken okulumun kapısından geçtim. "Hacı baksana!" diyen bir bağırtı duydum. Okul bahçesine çıkayım dedim tekrar, karşımda bir köpek vardı kuyruğunu sallayan. Simsiyahtı. Rüyamdaki köpeğin aynısıydı. Kafamı kaldırdığımda kendimi tropik ağaçların ve kumsalların ortasında buldum. Köpek ön bacağını kaldırıp kafasını kaşımaya başladı, sonra köpeğin patilerinin arasından bir sigara çıktı. Diğer ön bacağını da kaldırdı, onunla da kafasını kaşıdı, bir tane güneş gözlüğü çıkarıp taktı. "Hacı." dedi köpek. Köpek konuştu, evet. "Oğlum sen kimsin lan çekil ordan!" diye bağırdı köpek bana. Çekildim oradan ve köpeğin bir hacıyla konuştuğunu gördüm. Tespihini hızlıca çeken cübbeli Jordan Rudess ile karşılaştığımda dumura uğramıştım.


Part 2 of 2 (Yayın: 26 Aralık 2014)



Jordan Rudess ile beraber palmiye altındaki bir bankta oturduk. Cebinden keçiboynuzu çıkartarak emerken bir yandan da konuşmaya başladı. “Buraya seni dedem yolladı, değil mi?” dedi. “Alman gereken bir ders var.” Siyahlı köpek yanıma geldi. “Hacı sen de al bir sigara.” dedi köpek. Rudess “An-kara! Sigara içmediğimi biliyorsun.” diye kızdı köpeğe. “Abi sen metalci değil miydin ya?” dedim Jordan abiye. “Metalciyim. Vaktimi müziğe daha fazla ayırabilmek amacıyla sigara kullanmıyorum.” diye cevap verdi. “Bu cübbe Metalurji Derneği cübbesidir, tespih de derneğe ait, tespihi salladıkça dedemin topladığı ergenler buraya gelir. Bak dedemin köpeği An-kara’ya! O adam aslında Anıl Kara adında bir öğrenci. Senin işlediğin günahları zamanında işlediği için hayatının geri kalanını bu adada bir köpek olarak sürdürdü. Tövbe et ve Metalurji Derneği’ne katıl! Metale gönül ver.”

Sol cebinden krom vida attı. Vida kuma gömüldü. Kaşlarını sertçe çattı ve sesini yükseltti. “Tövbe et ETSturrrr!” diye bağırdı. “Eğer bu müziğe değer veriyorsan, bu dünyayı terk etmekten kaçınmalısın çocuk. Ve bir ara bir albümün tamamını dinlemeyi dene!” Öksürdü. “Annene ve babana boşuna para harcattığın yazık değil mi? Metal tişörtlerini yer bezi ettiğin yeter değil mi? Gitarda üç akor basmakta zorladığın utanç verici değil mi?” Rudess kaşlarını daha fazla çattı ve köpeğe sert bir tokat yapıştırdı.


Köpek yaklaşık iki metre kadar uzağa uçup sağ tarafına doğru yere serildikten sonra köpeğin yanına koştum. “An-kara!” diye bağırdım. “Black Metalci kankam benim. Seni daha yeni tanımıştım!”, gözyaşlarım akmaya başladı. Köpek kesik kesik konuşmaya başladı. “Anıl Kara değil benim adım. Buraya senin işlediğin günahlar dışında başka günahlarla geldim ben. Yaktım, yıktım, öldürdüm! Buradayım lan ben, ben Burzum!” Köpek yavaş yavaş insanlaşırken konuşmaya devam ediyordu. “Nam-ı diğer Varg Vikernes. Yarı-ork, yarı-insan! Orospu çocuğunun tekiyim lan ben!” Gökyüzü karardı ve yere Ibanez marka gitar düştü. Çakma müzik hayranlığımdan dolayı modelini anlayamadım. Jordan Rudess ve Varg Vikernes karşı karşıya geldiler. Vikernes brutal vokal atarak her tarafı titretti, palmiyeler yere devrildi, yengeçler ve kaplumbağalar suya doğru kaçışmaya başladı. Vikernes Rudess’a zıplayarak atıldı fakat Rudess sağ koluyla adamın boğazına yapışıp yere indirdi. “Rüyaların... Gerçek... Olduğu bir tiyatrodayız!” dedi. Rudess’in sol kolu küçük bir keytara dönüştü ve sağ eliyle hızlı parmak kombinasyonlarıyla çalmaya başladı. Vikernes ayağa kalkarak Rudess’i itti ve Ibanez gitarıyla boğazını sıkmaya başladı. Varg Vikernes’in gözlerinden dehşet ve kilise yakma okunuyordu. Fakat Rudess Keytar’ı ile Smoke on the Water’ın girişini çalabiliyordu. Bu Varg Vikernes’i sersemletmeye yetti. Vikernes Ibanez gitarını yaktı ve yanan gitarıyla Rudess’in karnına yapıştırdı. Gökyüzü yeniden aydınlık bir hal aldı. Rudess son anda gitarı tuttu ve yanan gitarı Varg Vikernes’in iki eli arasına sertçe soktu. Vikernes “Hayır!” dedi. Brutal vokal ile “NOOOOOOOOOOOOO!” diye bağırdı ve şiddetli bir patlama yaşandı. Burzum’un Ibanez gitarı yok oldu, cesedi ise denize doğru fırlayarak uçtu. Suların altına karıştı. 


Rudess yerde yatıyordu. Nabzını yokladım. Çok yavaş atıyordu, ölmek üzereydi sanırım. “Rudess!” diye bağırdım. “Sizin gruptan bir tek Wither’ı dinlemiştim ama şimdi ölüyorsun. Yapma!” dedim. Rudess öksürdü ve sol burun deliğinden kan geldi. “Karıları düşünüyorum. Güzel karıları düşünüyorum Berke. Metalurji Derneği’ne katılırken bu fedakarlığı yaptım. Anladın değil mi? Belki pek renkli geçmedi hayatım...” Öksürmeye devam etti ve sağ burnundan da kan gelmeye başladı. “Dürüst bir müzisyen ol Berke. Sevmek sınırsız bir güç değildir. Müziği sev. Karşı cinse duyduğun ilgi geçici, sen de geçicisin. Müzik hep kalır. Müziği sev Berke. Bir albümün tamamını dinle ve tadını çıkarmayı öğren. Vikernes sadece nefret ile doluydu. Müziği sevmedi o. Sertliği sevdi, fakat insanlar hep sert kalmaz. Görüyorsun değil mi Berke? Senin ben amına koyayım.” Rudess öldü. Başında bir süre ağladım. Sahilde boş boş dolanıp sigara içerken kendini tıraş etmiş kızıl saçlı İsveçli dedeyi gördüm. Gülümseyerek yanıma geldi. “Honolulu’da yedi gün geçirmen lazım sikik! Hadi gel.” diyerek omzuma sertçe yapıştırdı. Sırtında bir gitar vardı. Usta işi bir Fıtratocaster. “İleride bir stüdyo olması lazım. Orada müzik falan kaydederiz çıkışta İskender falan yeriz yeğen.”

Sahilde yürümeye başladık. İlk kez gerçek dostluğu hissediyordum.

SON



17 Aralık 2014 Çarşamba

Kuru Kuru Temizlemek - Bölüm 3

KURU KURU TEMİZLEMEK
Bölüm 3: Bunlar Hep Amerika'nın Oyunları

Kız dilini sol tarafa doğru çıkararak duvarı yaladı. Yalarken "Comolo, comolo..." diye mırıldandı. İkinci kez yaladı, bu sefer karşıdaki duvarı, güllesi koridorun diğer tarafına sallanırken. "Comolokko!" diye bağırdı en sonunda. "Benim adım Miley Cyrus!" dedi Serdar Ortaç'ın dublajladığı ses. Arkadan ÖSYM kalemiyle topladığı sarı saçlarıyla hiç de şirin durmuyordu. Bekir cebinden tespih çıkardı ve kızın boynuna ani bir manevrayla geçirdi ve sağ eliyle tespihi Miley Cyrus'un boynunda tutarken gülle diğer tarafa sallandı. "Kııığğğğh!" diye bir ses çıkararak nefessiz kaldı Cyrus. Gülle diğer tarafa salladı ve kız aşağı yuvarlandı. Bekir kızın boğazına yapıştı. "Bana Taharet Kemeri bul lan zilli!" diye bağırdı. Kız Bekir'in dudağının ortasına çok sert dil attı. Bekir dudağını yalayarak Miley Cyrus'a heyecanla yaklaştı, dudaklarına iyice yaklaştı ve suratına kustu. O kadar çok kustu ki, Miley Cyrus nefes alamadı. "Binlerce dansöz var." dedi dublaj. "Pardon yanlış yer."
Miley Cyrus ölmüştü.
Bekir Cyrus'un cesedini kusmuğuyla birlikte bırakıp zindanda yürümeye devam etti. Zindanda başka ne türlü insanlarla karşılaşacağını tahmin etmek istemiyordu. Bir sol dönüp yürümeye devam etti, Bekir kafasını tutarak sallanmaya başladı. Cyrus'un zehirli dilleme hareketi onu sersemletmeye başladı. Gözlerini kırpıştırırken birtakım sesler duyuyordu aynı zamanda.
"Bu tapınakta ne insanlar yetiştirdik. Rihanna, Cyrus, Bieber, Minaj, Pitbull... Her şey iki yüz yıl önce başladı. Bir fırt da bana versene kanka." Bekir'in başı ağrıyor ve bu ağrı hızlı bir artış gösteriyordu, artış hızı gitgide düşüyordu. "Timberlake, Katy Perry, Felix Kjellberg... O bizi satıp İsveç'e kaçandı sanırım. Tiger Woods vardı bir de. 'Gold albüm' lafını 'golf atalım' anlayınca müzik işine hiç giremedi. Kanka sağlam içtik yalnız ha." Bütün bu seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. "Adriana Lima'ya ne demeli? İnli Adam Ara'nın anagramıydı. Pardon bu gizli bilgiydi. Erkekleri yöneterek topladığımız hiti düşünsene. Tek yapmamız gereken kızın güzel olduğunu söylemek. Laf kızı güzelleştiriyor. Sınavdan sıfır beşi de çakmışız kanki." Bekir koridorun sonunda bir kapı gördü. Kapıya yaklaştıkça sesler güçlendi. "Hacı bu Küba tütünü yalnız."
Bekir kapıyı açtı. Ufak bir ses kayıt cihazı çalışıyordu. Aslında cihazın kendini tekrar ettiğini anladı. "Mayalıların değil mi bura? Bu tapınakta ne insanlar yetiştirdik. Rihanna, Cyr--" Bekir bir adım daha attı, radyonun sesi kesildi. Taharet Kemeri'nin önceden orada olduğu çok barizdi. Kemer şeklinde bir oyuğun içi boştu. Biri kemeri almıştı.
Bekir içinden o kadar okkalı bir küfür salladı ki o zamana dek tuttuğu çişinden biraz kaçırdı. "Harbiden kimse zindanlara işemiyor." diye düşündü Bekir. Tarihte bu zindana işeyen ilk kişi olarak tuhaf bir gurur duyarken Taharet Kemeri'nin yokluğunu pek takmış gibi durmuyordu. Çünkü o kadar barizken Kemer'in orada olmadığını anlaması için çok zaman geçti. Belli ki jeton köşeliymiş. Bekir yerden altığı kare delikli eski jetona bakarken aynen böyle düşünmüştü. Okkalı küfürü canı sıkıldığı için sallamıştı, kemerin orada olmadığını fark ettiğinde ikinci kez okkalı sövdü.
"Ha ha ha..." dedi bir ses. "Ses kaydımı beğendin mi?" Bu seferki sesi kimse dublajlamıyordu. Hakiki Türkçe'ydi. "Ben Türkçe biliyom kankaaaa!" Gelen adamın giyimi siyah şort, beyaz baskısız tişört ve sandaletten ibaretti. Bekir gelen adamı tanıdı. Televizyonda haber kanallarında sürekli gördüğü birisi: Barrack Obama.

DEVAM EDECEK

13 Aralık 2014 Cumartesi

Kuru Kuru Temizlemek - Bölüm 2

KURU KURU TEMİZLEMEK
Bölüm 2: Mezardan Halka, Hepsi İyi Marka

ABD'ye varan Bekir tapınağın olması gerektiği yerde McDonalds açıldığını Google aracılığıyla öğrenmişti. McDonalds'a girdi ve elemana koştu. Eleman ise "Ne istersiniz efendim?" dedi. Aslında İngilizce söylediği halde garip bir şekilde adamım sesi Murat Şen tarafından dublajlanmıştı. Bekir satıcıya dik dik baktı. Eleman korku içinde "Ne istersiniz efendim?" sorusunu tekrarladı Bekir'e. Bekir ağzını açtı, "Taharet kemeri." diye iki sözcük çıktı takma dişli dudaklarından. "Bana öyle dik bakmayın. Ben Amerikan Kültürü ve Edebiyatı stajımı yapıyordum sadece." dedi. "Para bile almıyorum ve beni köle gibi çalıştırıyorlar."
Bekir kızgınlıkla elemanın V yaka tişörtünü tutmaya çalıştı, tişört V yaka olduğu için tutamadı. Bekir "Taharet kemeri." dedi yeniden. Eleman korku içinde arkasına döndü, hafif bır sırıtma ile "Steakhouse Burger lütfen!" diye bağırdı. Elemanın sözüyle aniden alarmlar çalmaya başladı ve müşteriler ne olduğunu anlamayıp panikledi. "Şirketleri karıştırırsak alarm çalar, müdür odasından çıkar ve yanlış yapan elemanı öldürür. Çabuk, koş. Müdür geliyor. Müdürün odasına git ve masanın altına gir, anlarsın sen. Ben onu oyalarım." Müdür geldikten sonra Bekir gizlice sıvışarak odaya sızdı. Odada kaliteli tahtadan bir masa, masanın üstünde yarısı yenmiş birkaç Big Mac ve Double Köfteburger görülebiliyordu. Bekir masanın altına girdi. Öylece bekledi. Hiçbir şey olmuyordu. Bir dakika sonra çok acıktığını hissedince yarısı yenmiş bir Double Köfteburger'i ısırmaya başladı ki takma dişlerinden arta sağlam kalmış bir dişini az daha kırıyordu. Hamburgerin içinden bir anahtar çıkmıştı, küçük bir tane. Anahtarı yalarak ketçabını temizledikten sonra bir anahtar deliği aramaya başladı. Kapının tıkırtısı duyuldu ki, Bekir masanın altındaki çöp kutusundaki anahtar deliğini fark etti. Büyük bir hızla anahtarı çöp kutusuna sokup çevirdi. Müdürün "Neler oluyor orada?" sesi duyuldu, dublajı Haluk Bilginer'e ait olan bir ses. Her yer karardı. Son bir ses duydu.
"Lanet olsun dostum!" 
Kafasını kaldırdığında gerçekten de her yerin karardığını fark etti. Bir ses daha geldi. "Elektrikler kesildi adamım! Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun, ha?" Bekir çöp kutusunun gizli bir tünele açıldığını görebiliyordu. Anıt mezara bu şekilde inecekti. Paslı merdivenlere elini koyarak yavaşça aşağı inmeye başladı. Etraf nedense asla sönmeyen mumlarla aydınlatılmıştı. Kızılderili tapınağından çok bir piramidin içi gibiydi burası. Bekir tapınağın garip labirentlerinde dolaşırken Bekir'in gözünün önünden kocaman bir göt geçti, ardından tapınaktan şiddetli bir sarsıntı sesi geldi. Bekir sese doğru yöneldiğinde onu görmüştü. Kocaman bir gülle topu, korkutucu zincirlere bağlıydı. Götü olmayan bir kız topun üstünde oturuyordu. Sonra göt geldi, kız onu okşadı ve yerine taktı. Gülleyi Bekir'e doğru salladı. Kız şeytani bakışlara sahipti, dilini sola doğru çıkartmıştı.


DEVAM EDECEK

12 Aralık 2014 Cuma

Ankaralı 1.Bölüm

 Yağmurlu bir gecenin sabahıydı. Her zamanki gibi hava aydınlanmadan hemen önce kalkmıştım. Camdan dışarı baktım. Geceden kalma hafif yağmur, güneşin doğmaya yakın olmasından mütevellit hafif maviye çalan bir gökyüzü, bolca bina. Ankara'daydım işte. Doğup büyüdüğüm, kutsal gördüğüm o şehirde. Havası soğuk, insanı sıcak şehirde. Sıradan bir sabahtı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa yöneldim. Buzdolabını açıp sürahideki limonlu Tang'i kafaya diktim.

"Kanserojen ama yine de içiyoruz. Toz hep."

Diye bir düşünce belirdi kafamda. Sürahiyi masaya koyup, reçel, zeytin, ve iki yumurta çıkardım. Kahvaltımı hazırlayıp masaya oturdum. Reçele takıldı gözüm. Hiç yenmeyen ama her kahvaltıda ortaya çıkan tuhaf bir madde. Bazen sofrada bulunmak yetiyor. Yemeğimi bitirip reçeli ve zeytini geri yerine koydum. Telefonumu elime alıp rehberi biraz taradıktan sonra adını buldum. Aradım onu. Esneyerek açtı telefonu. Direk söyledim söyleyeceğimi

"Dünkü olayı duydun mu?"
"Evet."
"Bu olay çok ileri gitti."
"Farkındayım. Sonuçlar bugün çıkacak, umarım iyi bir şeyler çıkar."
"Umarım... Saat ikide her zamanki yerde."

Telefonu kapattım. Ankara'daydım ve bir dedektiftim.

11 Aralık 2014 Perşembe

Kuru Kuru Temizlemek - Bölüm 1

KURU KURU TEMİZLEMEK
Bölüm 1: Ekonomik Göçler ve Etkileri

Bekir Yücel 36 yaşındaydı. Karısı ve çocuklarına bakabilmek umuduyla Almanya'da inşaat işçisi olarak çalışmaya başladı. Biraz çalışıp para kazanacak, daha sonra ailesini de Alman vatandaşı yapacaktı. Mutlu hayat hayalleri Almanya'da kaldığı dairede, Almanya'daki ilk gününde sona erdi. Çok kötü kakası geldiği için sağlam sıçan Bekir, elini aşağıya doğru götürdü. Orada bir hiçlik hissetti. Şok olmuştu! "Hassiktir amına koyayım." dedi içinden. Bekir taharet musluğu bulamadı. Huzursuzluk içinde tuvalet kağıdını kıçına soktu, soktu, soktu. Kıçını kuru kuru temizleyerek evinden çıktı, taksi çağırdı. Taksiciye "Gehen!" diyerek caddelerde tesisatçı aradı. Sonunda Hockerheim adında bir tesisatçı buldu. Bekir bulduğu tesisatçıdan Almanya'da taharet musluğu satılmadığını öğrendi. Ailesini aradı, taharet musluğu istedi onlardan. Kargo ile taharet musluğunu aldı ve eve götürüp kargoyu açtığı anda eve gelen taharet musluğu parçalanarak yok oldu. Bir anda toz olup kaybolmuştu. Bu daha da büyük şoktu. "Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık." diye düşündü Bekir hüzünle. Tekrar taksiye bindi. Tekrar taksiciye "Gehen!" dedi. Tekrar tesisatçıya döndü. "Burada hiç taharet musluğu yok, aynı zamanda Almanya'ya da sokamıyorum." dedi Bekir kel kafasını sıvazlayarak. "Neden böyle oluyor lan?!"
Bekir çok sinirlendi, satıcı adamın suratına sert bir yumruk çaktı. Satıcı "Nicht. Yapma nicht. Ich hab çocuk üç tane, Ich hab karı bir tane!" tepkisi verdi Bekir'e yediği acı verici yumruğun etkisi altında. Satıcı "Ben biliyorum! Versteh auf! Scheiße! Stein!" diyerek devam etti. "Ztein yok mu lan ztein!"
Yerden taştan Roma tuvaleti alarak fırlattı Bekir'e doğru. Bekir taş tuvaleti havada kapıp adama geri fırlattı, adamın suratı dağıldı, kafası çok kötü yarıldı, acılar içinde yere yığıldı. Kanlar falan aktı. Kanlardan oluşan yazıda Almanca olarak "Taharet kemerini bulabiliyorsan eğer, bul!" diyordu. Taharet Türkçe, diğer kelimeler Almanca idi. Bekir biraz Almanca bildiği için anladı.
Bu arada Bekir'in kafasının üstü kel, yanları saçlıydı. Mavi-beyaz çizgilerden oluşan V yakalı bir kazağın altına Adidas eşofman giyerdi genelde. Ayakkabılarını Kardeşler Kundura'dan alırdı Türkiye'de yaşarken, Almanya'da ise Biraderler Kundura adındaki bir yerden alıyordu. Satıcının ismi Günter Münter idi. Kahverengi bir palto giyiyordu, paltonun sağına yeşil arkaplanın içine beyaz renkli bok simgesi işlenmişti. Artık ölüydü o, ölülerin arkasından betimlenmez çok ayıp.
Bekir Google'a "Taharet Kemeri" yazdı ve bu kemerin Kızılderililer tarafından yapıldığını, bir anıt mezarın içine ölen şefle birlikte gömüldüğünü, anıt mezarın yıkılıp McDonalds yapıldığını öğrendi. Bekir inşaat işçiliğinden elde ettiği ilk maaşıyla ucuza San Francisco bileti buldu ve ABD'ye vardı.

DEVAM EDECEK

Beş Milyon


Beş Milyon.  Evet, blogun adı Beş Milyon. Tabi artık Beş Lira demek gerekiyor devir değişti nihayetinde. Sıfır falan attılar. Öyle işler işte. Geçen gün Tayfun abilerle oturuyoruz, Beş milyondan konu açıldı. “Beş milyon var mı la?” dedi Namık abi.  Ulan dedim yoksa blog için düşünüp durduğumuz isim bu olabilir mi? Olabilir. Cebimden çıkarıp Namık abiye beş milyon uzattım. Karşılığında bana 20lik bir banknot uzatıp, “4 bira daha kap gel, cila olur” dedi. Koşarak Emre abinin yanına gittim. “Abi nasılsın?” diye sordum öncelikle. Karşılığında aldığım cevap beni şaşırtmadı; “İyidir koçum sen nasılsın?” Ama bunları geçelim. Biraları kapıp geri geldim. Namık abi birasını yudumlayıp şişeyi incelemeye başladı “Beş milyon lan… Bu elimde tuttuğum meret beş milyon!” diye bağırdı. “Abi o Tuborg dört buçuk, beş değil” dedim ama dikkate almadı beni ve devam etti. “Beş milyonlarla kendimize kötülük yapıyoruz… Niye?!” diye bir soru patlattı. Cevap verilmesi gereken bir soru değildi sanırım. Sessiz kaldım. O gece alkollü araç kullandığı için Namık abi,onla beraber olduğumuz için ben, Tayfun abi ve Alper nezarette yattık. Tüm gece Namık abinin söylediklerini düşündüm. Hayallerimizi satın alamaz belki ama önemli bir yeri vardır beş milyonun hayatımızda. Değerlerine sahip çıkmayan toplumumuz beş milyona sahip çıkıyor. Beş lira diyenler gıcık tipler, beş YTL diyen tuhaf yaşlılar ama geri kalanın geneli beş milyon diyor hala. "Beş milyondan bi tam!" İşte böyle değişik bi şey. Belki de saçma, belki de amaçsız, Beş milyon…