Boş boş yürüyordum yine sokaklarda. Hiç bilmediğim
sokaklardı bunlar. Canım sıkıldığında böyle yapardım eskiden, hiç bilmediğim
sokakları gezerdim. İnsan yaşadığı şehri tanımalı çünkü. Bir şeyler de
keşfedebiliyorsunuz bu yürüyüşlerde. İşte ben Hüseyin’i böyle bir günde
tanıdım.
En işlek caddeye gelmiş, hiç bilmediğim bir otobüse binmiş,
hiç bilmediğim bir durakta inmiştim. Karşıdan gelen çocuklu bir bayan gördüm.
Kadın Harley Davidson çizme giyiyordu. Bu çizmeleri bir annenin ayağında görmek
aklıma hiç gelmezdi. Kendi annemi düşündüm biraz. Sonra “Ah garip anam” diye
bir iç çektim içimden. Karlıydı hava.
Harley Davidson’lı kadının kendinden büyük montuyla bana bakıp güldü. Seneye de
giyer diye alınmış gibi duran bir monttu bu. Annesi Harley Davidson çizme
giyerken oğluna seneye giyer diye mont almıştı. Bunları düşünürken kafama bir
kartopu yedim. Kadın benden özür dilemeye başladı. “Lütfen kusura bakmayın,
nolur” Çocuğa hiçbir şey söylemedi. Sadece benden özür diledi. Çocuğa neden bir
tepki vermedi ki? Suçlu olana ses etmeyip mağdura yalvarmak toplumumuzun bir
parçası aslında biraz… Çocuklar dövülmeli. Lazım olunca, dozunu kaçırmadan.
Çocuğun yaptığı şey yani kartopu, fazla mühim bir problem değil tabii ki ama
keşke çocuğa yalandan da olsa bir tepki verseydi be… Geleceğin katilleri böyle
doğuyor ama işte. Her özgürlüğe sahip olduğunu düşünen erkek çocuklarıyla.
Çocuklar gerektiğinde, dozunda dövülmeli. Dozu kaçırırsanız yine bir katil
yaratma şansınız var elbet. Her şey dozunda olmalı. Hayatın her alanında. “Önemli
değil.” Diyerek yoluma devam ettim.
Birkaç saat sonra bir yere oturup bir şeyler atıştırmaya
karar verdim. Küçük bir dükkan buldum. Küçük, ağacın içine oyulmuş gibi bir
dükkandı. Ahşap yapının tepesinden başlayıp etrafına yayılmış sarmaşıklar böyle
bir his uyandırıyordu çünkü. İçeri ilk adım atışımda gördüm Hüseyin’i köşede
bir iskemlede oturmuş çay içiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder